Ulrich Seidl

Cennet Üçlemesi
Cennet Üçlemesi

Şans eseri filmini izlediğim Avusturyalı yönetmen. Orta avrupa yaşamını, genelde kendi yaş kuşağının (1952 doğumlu) yaşadıklarını çok iyi analiz etmiş ve hiç yormadan direk bize anlatabiliyor. Belgeselci olarak başlamış bu işlere onun için konuları işleyişi,anlatımı farklı ve güzel. Kesinlikle hüzünlü hikayeler, içiniz daralacak ancak hep bir yerlerde mutluluk var..

ve bunu gözünüze sokmuyor, çaktırmadan izleyiciyi depresyondan uzak tutuyor. O kadar hüzünün içinde yine de çok kötü hissetmiyorsunuz. Belkide o yaşamları kendi hayatımız ile karşılaştırıp ondan mutlu kalmayı başarıyoruz. Nasıl bir formülü var kendiniz bulun ben bulamadım çokta kafa yormadım.

 

Kemik bir oyuncu kadrosu var. Bu tarz yönetmenlerde hep gözlemlenen bir durum bu. Sinema okumadığım için nedenini bilmiyorum ama Ulrich abide bu şekilde çalışıyor. Oyuncuların ne kadar iyi olduğunu bu sayede daha iyi anlıyoruz. Türk kültüründen göndermeler karşınıza çıkıyor filmlerinde. Avusturya hikayeleri oldukları için Türklersiz pek düşünülemiyor özellikle her köşe başında bir dürümcü olduğunu düşünürsek. Yinede insanımızla ilgili bir şeyler görünce filmlerde ilginç oluyor.

 

En son Paradise diye bir üçleme çekiyor. Ben bu üçleme ile tanıdım kendisini ve daha sonra geriye doğru çektiklerini izledim. Hepsi bir birinden şahaneydi.

 

Paradise : Liebe

Paradise : Glaube

Paradise : Hoffnung

 

Paradise üçlemesi, bir ailedeki 3 kadının 3 farklı tatilini anlatıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi her biri başka bir dünyanın insanı. Biri ergen ve obez bir kız, diğeri yaşını almış aşkı seksi sevgiyi arayan çekingen bir kadın diğeride bir müslüman ile evli olan koyu katolik bir kadın.

 

Daha sonra en çok ses getiren filmi İmport / Export u izledim. Bu filmde bambaşka hüzünleri ile geliyor karşınıza. Sovyetler Birliği sonrasında paramparça olmuş yaşamlar, hayata tutunmak için çırpınan bir ton insan. Sert bir anlatımı var. Çoğu yerde film değilde sanki gerçek bir kesit izliyormuşsunuz gibi.

 

Bir adım daha geri gidince karşımıza Hundstage çıkıyor. İmport / Export ne kadar üşütüyorsa Hundstage de o kadar terletiyor. İngilizce Dog Days* olarak vizyona giriyor (Temmuz Eylül arasında bayıltıcı sıcaklar yüzünden insanların iş yapasının gelmediği süreyi anlatan tabir) Cehennem Sıcağı şeklinde de Türkçeleştiriliyor. Avrupalının aslında çokta mutlu olmadığını gösteren bir film. Çeresiz, yalnız insanların yine hüzünlü hikayesi. Seks ve şiddet arada el sallıyor.

 

Özet olarak. Ulrich Seidl benim önemli yönetmenlerim arasına girmiş biri oldu. Şöyle bir etkide var filmlerinde “bu filmi eşe dosta da izletmeliyim” yada “bu filmi anlatmalıyım” diye bir istek uyandırıyor. Tabi anlatmayın sadece izlettirin :)Ben görevimi yerine getirdim.

 

 

 

Dog Days * : İşin içine biraz Etimoloji ve Astronomi katalım.

Dog yani Köpekten yola çıkarsak bakılacak ilk yer Sirius yıldızıdır. Bizler için Güneşten sonraki en parlak yıldızdır. Bu nedenle kadim zamanlardan beri her mitolojik hikayede yada hesaplamada karşımıza çıkar. Büyük Köpek Takımyıldızının başrol oyuncusudur onun için Köpek Yıldızı olarakta bilinir. Canicula latincede Küçük Köpek demekti, Canis Köpek demek. Latinler Sirius a Canicula derlerdi. Aynı zamanda Afroditin Köpeği olarakta bilinir. Uzatmayalım, Sirius 2 ay kadar ortalardan yok olur ve Temmuz ayında tekrar gösterir kendini. Yoğun sıcaklarda o tarihlerde başladığı için onun adıyla anılır. Antik Yunanlılar Sirius u gördüklerinde bilirler ki Sıcak günler gelmiştir. Antik Mısırda Nil nehrinin taşmasıda bu tarihlere denk geldiği için suçlu yine Köpektir.